Bir bok böceği olmak mümkün müydü? Bilmiyorum bilmediklerimin arasına bu nadanlığımı katıp düşünüyorum. Neden bok böceği olmalıydım ki? Dışlanmışları sevdiğimden mi farklı olma zaruretinden mi yoksa gereksiz bir meraktan mı bilemiyorum ama insan, insan olmamalıydı. Ya da en güzeli bir penguen olmaktı. Yaz derdi yok, kış derdi yok. Yumurtanın üstüne otur, avlan ve ortada fıttı fıttı gez, dünyanın kafası en rahat mesleği penguencilik olmalı. Yarından tezi yok penguen ve penguencilik bölümüne hazırlanıyorum, hem ataması da kolay abi. Kpss’den 70 aldın mı gerisi tamam. Kutuplara gideceğim.
Arada bir de milenyum çağında, geçmiş zaman meczubu olmak istiyor gönlüm. Şöyle zaman makinesine ihtiyaç duymadan gitsem çağlar öncesine, ne bileyim atalarımı bulamasam da Montaigne’i bulup karşıma alsam bak beyim sana iki çift lafım var desem. “Evin var aşiyanın var mal mısın mis gibi işini bırakıp deneme yazıyorsun, ölümü düşünüyorsun, dostluktan dem vuruyorsun, git yargı işine devam et, ölümsüz olup ne yapacaksın? Sonra yazdıklarını ilyaslar faydalı bir şey sanıp okuyor, okuyor da gereksiz yere düşünüyor”. Olmuyor işte.
Büyük adam olamadım, zaten zordu o iş. Benim yandığım şey küçük adam da olamadım. Küçülsem küçülsem bir karınca olsam. Yaz boyu çalışıp kış boyu ağustos böceklerine nanik çeksem fena mı olurdu? “Ya böcek kardeş yazın rahat rahat konuşuyordun al sana açlık, ibne!” desem. Şöyle içimden on kilo dert azalırdı. Şimdi bir şey de diyemiyorum, büyük adamlar küçük olduğum için, küçük adamlar da büyük olduğum için dikkate almıyor. Hem fazla ciddiymişim. Oyunu da kuralına göre oynamayı henüz öğrenmemişim. O zaman büyük adam olacakmışım, aslında adam olsaydık yeterliydi ama neyse.
Başarısız bir şair, yarım kalmış bir romancı, edebiyat tarihinden nefret eden bir edebiyat öğretmeni, aylardır tek satır kod yazmamış bir programcıyım. Olmamış, üretimimde işçilik hatası var. Malzememden çalınmış resmen. Ortamların yancısı, mutlu çiftlerin sancısı olma özelliğim hala devam ediyor ama, yoklukla varlık arasındaki ince çizgiden bahsederler ya hep. Aha işte o çizgi benim. Kıldan ince ama kılıçtan keskin değil, bazen ben bile varlığımdan şüphe ediyorum sonra büyük adam pozuna girip işte bunlar hep septisizm diyorum.
Arada bir etimolojiye takılıyorum. Sanırım mesleğimin ufak bir cilvesi. Yara yardan geliyor diyorum; hayat, hayal, heyhat, haya arasında derin bağlar kuruyorum. Acı açtan geliyorsa aç olanlar mı acı çekiyor yoksa gönlünü herhangi bir kaygı duymadan açanlar mı? Düşünüyorum düşünüyorum bir yere varacakken derin bir uçuruma düşüyorum, sonu olmayan bir uçurum. Yaşadığım süre boyunca düşme eylemine devam edeceğim bir delik. Halbuki düşünmenin düşmekten gelme gibi bir ihtimali de vardı değil mi?
Her şeyi ele aldığında hiçbir şeyim. Hiçbir şeyi görmeye çalıştığında her şeyim. Bunun arası yok mu diyorum, var diyorlar ama o zaman da seni sen olarak görmek istemiyoruz. Bak şurada güzel bir kalıbımız var önce yoğrulacak ardından o kalıpta pişeceksin. Biz olacaksın. İşime gelmiyor, Japonların robot çalışmaları daha pragmatik ve fütüristik geliyor, olamıyorum.
Git lan diyorlar o zaman. Düşünüyorum, harbi harbi gitmek mantıklı bir eylem olabilir. Sonra içimdeki farazi atalet duygusu prangasını vuruyor ayağıma, biraz kötümserlik de mi var bilemiyorum. Aç kalmaktan korkmuyorum, korkum cennet müjdeleyen nikbinlik duygusunun yalan olması. Elimdeki son kozu bir hiç uğruna tüketmek cazip gelmiyor. Son iyimserliğin bitişi, hayatın bitişi değil midir aslında? Bak yine hayalle hayat arasındaki anlam benzerliği zihnimi bulandırıyor. Hayal olmadan hayat, hayat olmadan hayal olmaz. Yoksa hayalle hayat kardeş mi? İkisi de Arapça’dan gelmiş neden olmasındı ki?
Düşüncelerim muğlak bir hal aldığında mutlak bir gerçek son yumruğunu indiriyor. Coğrafyam, kaderim, ailem, olanlar, olmayanlar, içtiğim su, berberim, dumanını gökyüzüne saldığım nargilem. Ben bunlarım, halbuki bunlar ben değil. Üç gün sonraki yok oluşumdan hiçbiri etkilenmeyecek. Belki annem biraz gözyaşı döker ama hepsi bu. Sonra Montaigne abi diyorum sen ne güzel adammışsın, bir şeyleri sen edip geleceğe yollamış, yollayabilmişsin.
Keyfimin kahyasına da kızmıyor değilim ara sıra. Hayır kahya oldun da başın göğe mi erdi? Şu keyfimi iki dakika rahat bırak arkadaş. Nedir sürekli bir takip ve yönlendirme sevdası? Olmuyor işte bir kahyayı bile dize getiremiyorken hayat karşısında ettiğim mücadele hep bir yarım hep biraz mağlup kalıyor.
Dertli bir adammışım ben bir penguen olmalıymış insan, belki belgesel ekibinden bir iki dost edinip beraber fıttı fıttı gezerdik.